HATAY BAROSU’NA “KAMULAŞTIRMA HUKUKU VE KENTSEL DÖNÜŞÜM” SEMİNERİ VERİLDİ

18.06.2016

Fotoğraflar için tıklayınız

TBB Eğitim Merkezi Meslek İçi Eğitim Çalışmaları kapsamında Hatay Barosu’nun ev sahipliğinde düzenlenen “Kamulaştırma Hukuku ve Kentsel Dönüşüm” konulu seminer, 18 Haziran 2016 tarihinde, TBB Başkan Yardımcısı ve Eğitim Merkezi Başkanı Av. Berra Besler’in katılımıyla gerçekleştirildi.

Hatay Barosu Başkanı Av. Ekrem Dönmez ve Yönetim Kurulu üyelerinin ev sahipliği yaptığı seminere meslektaşlarımız yoğun ilgi gösterdi. Eğitmen olarak Dr. Mustafa Farsakoğlu, Amasya Barosu Başkanı Av. Ahmet Melik Derindere, Av. Ali Rıza İlgezdi ile aynı zamanda seminer sorumlusu olan TBB Eğitim Merkezi Yürütme Kurulu Üyesi Av. Şeref Kısacık’ın katıldığı seminerde 130 meslektaşımıza eğitim hizmeti sunuldu.

TBB Başkan Yardımcısı ve Eğitim Merkezi Başkanı Av. Berra Besler seminerin açılışında yaptığı konuşmada; Türkiye’nin gerek iç meseleleri gerek dış dünyayla ilişkileri bakımından zorlu bir dönemi yaşadığını belirterek şunları söyledi:

Uzun yıllardır yakın coğrafyamızda yaşanan ve iliklerimize kadar hissettiğimiz kanlı süreçten; siyasetçisinden hukukçusuna, akademisyeninden gazetecisine, sermaye sahibinden işçisinde, esnafından bürokratına dek hepimizin çıkaracağı dersler ve bu dersler ışığında yerine getirmesi gereken görevler var.

Yaşadığımız bütün sıkıntılara rağmen Türkiye’nin; iç savaşlarla kendisini tüketen, bölünüp parçalanan, ölümlerin sıradanlaştığı, halkları göç eden veya acılar içinde yaşamaya mahkum edilen ülkelerden tek farkı ve bizi hala ayakta tutan güç, “yurtta sulh cihanda sulh” felsefesi üzerine kurulu Cumhuriyetimizin ilke ve değerleridir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün yegane mirası olan akıl ve bilimi öteleyen her eylem ülkemizi çağdaş dünyadan uzaklaştırmakta; “Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” ilkelerini yıpratmaya yönelik her söylem ve her girişim bizlere hüzün olarak, acı olarak dönmektedir.

Bir süredir yasa dışı kurslara ve yurtlara açıkça destek veren ve aynı zamanda liselerde karma eğitime son vermeye dönük uygulamalara başlayan siyasi iktidarın; 

· Maarif Vakfı Kanunu değişikliğiyle Anayasa’ya tamamen aykırı olarak eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve denetiminden çıkarma, öğretim birliğini ortadan kaldırma girişimleri;

· En üst makamlardan, iktidara destek veren kalemlere kadar, yapılmasını önerdikleri değişikliklerle Anayasa’da laikliğin, Cumhuriyetimizin kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün yer almamasına dönük açıklamaları endişe vericidir.

Liseli gençlerin, proje okulu kapsamına alınan okullardan başlayarak, eğitimde bilimi öteleyen ve iktidarın istediği yaşam tarzını dayatan uygulamalarına tepki olarak üst üste yayınladıkları bildirilere, gençleri ötekileştirici ve rencide edici karşılıklar verilmesi, barışçıl protestoları polis baskınlarıyla sonlandırma çabaları sağduyudan uzak yöntemlerdir.

Demokrasinin benimsendiği ve uygulandığı çağdaş ülkelerde iktidarların yapması gerekenlerden biri de gençleri ve taleplerini anlamaya çalışmak, endişe verici kutuplaşmaları sonlandıracak tedbirler almaktır.

Değerli meslektaşlarım,

Sorunlara acil çözüm bekleyen halkımızın bu güzel ülkede barış, güven ve huzur içinde, eşit yurttaşlar ve özgür bireyler olarak yaşaması için; başta ırk, din, mezhep, cinsiyet olmak üzere her türlü ayrımcılığa hep birlikte dur dememiz, şiddeti ve şiddet dilini terk etmemiz, insan haklarını temel alan evrensel hukuka, demokrasiye, laikliğe, hukuk devletine ve onun teminatı olan kuvvetler ayrılığı ilkesine sarılmamız gerekiyor.

Şeffaflık içerisinde, herkesin görüşünü özgürce dile getireceği tartışmalar, ortak paydalarda buluşmamızı sağlar. Ortak paydalar, ortak değerler toplumu barış içerisinde bir arada tutar.

Oysa biz, ülkemizin geleceğinde belirleyici olacak her konuya ilişkin her tartışmada şiddet dilini ve şiddeti, ötekileştirmeyi, dayatmayı, keyfiliği, “ben yaptım oldu” zihniyetini ve çoğunluk baskısını kullanarak evrensel hukuktan, çağdaş demokrasi anlayışından uzaklaşıyoruz. Öyle olunca da tartışmak yerine çekişiyor, ortak paydalarda buluşmak yerine ayrışıyor, kamplaşıyoruz.

Değerli meslektaşlarım,

Bu kısır döngü içinde, özellikle 2010 Anayasa Referandumu kampanyalarıyla birlikte başlayan süreçte Türkiye’de üzerinde en çok tartışılan konulardan biri yargı olmuştur. Ama bu tartışmalar demokratik bir tartışma ortamında, uzlaşı anlayışı içinde yapılmadığından sorunlar çözülmediği gibi daha da büyümüştür. Bunun en somut göstergesi, Cumhuriyet tarihi boyunca yüzde 70’lerin altına inmeyen yargıya güvenin yüzde 30’a düşmüş olmasıdır.

Herhalde bunun önemli nedenlerinden biri adalet sistemini doğrudan doğruya ilgilendiren temel meselelerde yapılan Anayasa ve yasa değişiklikleriyle, yargı sistemimizin bir yap-boz tahtasına dönüştürülmesi olmuştur. 

Şimdiye kadar yargı alanında yapılan değişiklikler “reform” olarak sunulmuştu, şimdi “devrim” olarak sunulan bir tasarıyla karşı karşıyayız. Reform diye yapılanların sonuçlarına bakınca, devrimin sonuçlarından endişe duymakta haklıyız.

20 Temmuz’da faaliyete geçecek İstinaf mahkemelerinin Yargıtay ve Danıştay’ın iş yükünü azaltacağı gerekçesiyle hazırlanarak TBMM’ye gönderilen “Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”na göre Yargıtay ve Danıştay’daki daire ve üye sayıları düşürülecek ve tasarının yasalaşarak yürürlüğe girmesiyle her iki kurumdaki dairelerin üyelikleri kendiliğinden sona erecektir.

Değerli meslektaşlarım,

Dün, Yargıtay’ın ve Danıştay’ın daire sayısını artıranlar, bugün tersini yapmak istiyorlar. Dün Danıştay’ın ve Yargıtay’ın üye sayısını artıranlar bugün üye sayısını azaltmak için yeni düzenlemeler getiriyorlar. Dün hakim ve savcılar için not uygulamasını kaldıranlar bugün aynı uygulamaya dönüyorlar.  

Dün bütün iyi niyetli eleştirilerimizi ellerinin tersiyle iterek, yargının belli güç gruplarının eline geçeceği uyarılarımızı hafife alarak 2010 Anayasa Referandumunu halkın önüne getirenler, bugün bu yanlışı düzeltmek için daha büyük bir yanlışla karşımıza çıkıyorlar.

Değerli meslektaşlarım,

Hukuk devletinde yargının kime bağlı olup olmadığı tartışılmaz. Yargının temel kurumlarıyla böyle oynanmaz. Bir yanlış, başka yanlışlarla düzeltilmez! Hukuk devletinde kural bellidir. Yargı bağımsız, yargıç tarafsız olmalı, savunma özgürce yapılmalıdır. Keyfi bir yönetimi önlemenin de; toplumsal barışın ve adalete güvenin sağlanmasının yolu da, kuvvetler ayrılığına dayalı bir hukuk sistemi içerisinde görevini yapan bağımsız yargıdan geçer. 

Yargı bağımsızlığının olmadığı yerde kuvvetler ayrılığı, kuvvetler ayrılığının olmadığı yerde hukuk devleti, hukuk devletinin olmadığı yerde demokrasi, demokrasinin olmadığı yerde toplumsal huzur, refah ve özgürlük olmaz…

Bu kadar önemli değişiklikler içeren bir tasarının, İstinaf mahkemelerinin faaliyete geçmesine bir ay kala TBMM’ye sunulması, üzerinde yeterli tartışmaların yapılmasına da engel teşkil edecektir.

Şeffaflıktan ve katılımcı demokrasi anlayışından uzak bir yaklaşımla gündeme getirilen; Anayasanın ruhuna, hukuk devleti anlayışına, kuvvetler ayrılığı ilkesine, yargı bağımsızlığına, yargıç tarafsızlığına ve teminatına tamamen aykırı bu tasarının yasalaşması halinde yargıda büyük bir kaos yaşanacaktır.

Değerli meslektaşlarım,

Biz avukatlar dün olduğu gibi bugün de yargıya herhangi bir siyasi partinin, kurumun, kişinin, cemaatin ve benzer baskı gruplarının müdahalesini reddediyor, hukuk devletinin gereği olarak yargı bağımsızlığını ve yargıç tarafsızlığını savunuyoruz.

Yargıçların ve savcıların hukuk güvenliğinden yoksun olduğu bir sistemde, vatandaşın hukuk güvenliğinin sağlanamayacağını hatırlatıyoruz.

Yargının araçsallaştırılmasının ve bir siyasi hesaplaşma alanı haline getirilmesinin ülkemize onarılmaz zararlar vereceği uyarısında bulunuyoruz.

Değerli meslektaşlarım,

Ülkemizdeki her sorun aynı zamanda hukukun sorunudur, bizim sorunumuzdur. Bugünkü eğitim seminerimizde “Kamulaştırma Hukukunu” ve pek çok ihtilafa neden olan “Kentsel Dönüşüm” konusunu ele alacağız.

Ülkemizde özellikle 1950’lı yıllarda başlayan ve giderek ivme kazanan göçler ile göç eden nüfusu barındırmakta ve bunlarla birlikte ekonomik sıkıntı içinde olan halkımızın mesken ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalan kentlerde, masum gecekondu yapımları ile başlayan süreç, peş peşe çıkarılan imar affı yasalarının da etkisiyle devreye giren arsa simsarlarının ve fırsatçıların rant uğruna kentleri yağmalamasıyla sonuçlanmıştır.

İtiraf etmek gerekir ki maalesef bazı kamu binaları ile önemli kişilere ait yapıların dahi kaçak olduğu, adeta bir kaçak yapı cenneti olan ülkemizde; şehircilik ve planlama ilkeleri ile mühendislik kurallarına tümüyle aykırı; deprem, sel gibi doğal afetlere karşı dayanıksız yapılar 1980’li yıllardan itibaren çığ gibi artmıştır.

Dünyanın hemen her yerinde farklı nedenlerle gerçekleşen çarpık kentleşmeye çözüm olarak uygulanagelen ve kentin dokusunu bozan alanlardaki sorunların giderilmesini amaçlayan kentsel dönüşüm projeleri Türkiye’de özellikle 2004 yılından itibaren çıkarılan yasalarla hız kazanmıştır.

TOKİ ve belediyelerin öncelikli rolü oynadığı ve doğası gereği Kamulaştırma Hukuku ile yakın ilişki içerisinde olan kentsel dönüşüm çalışmaları, idare ile hak sahipleri arasında ihtilafa yol açmakta ve bu ihtilaflar dava konusu olmaktadır. Aynı şekilde hak sahiplerini karşı karşıya getiren, komşuyu komşuya düşüren anlaşmazlıklar da konunun ikinci boyutudur.

Mahkemeye taşınan ihtilafların yoğunluğu, konunun çok yönlülüğü ve sizlerin talebi üzerine bu eğitimi düzenledik. Birazdan konunun uzmanı eğitmenlerimiz bizlere yılların deneyiminden süzülmüş bilgilerini aktaracak. Kendilerine şimdiden teşekkür ediyorum. 

Değerli meslektaşlarım,

Son Bakanlar Kurulu toplantısının ardından yapılan açıklama ile bazı kanunlarda bir başka değişiklik çalışması yapıldığından da haberimiz oldu. Buna göre önümüzdeki günlerde tarımda verimliliği artırmak amacıyla; parçalı, hisseli, göç veya benzeri nedenlerle ekilemeyen tarım arazilerinin devlet tarafından üçüncü kişilere kiralanmasına ilişkin bir tasarı TBMM’ye sevk edilecek.

Değerli eğitimcilerimizin, seminer başlığımızla doğrudan olmasa da dolaylı olarak ilgili bulunan konuya ilişkin görüşlerini, böyle bir uygulamanın yasalaşması halinde doğuracağı sonuçlara ilişkin değerlendirmelerini de öğrenmek isteriz.

Görüldüğü gibi yasalarımız da ülke gündemi kadar sık değişiyor. Biz avukatlar sürekli bilgimizi tazelemek durumundayız.

Türkiye Barolar Birliği Eğitim Merkezi olarak barolarımızdan gelen talepler doğrultusunda Anadolu’nun dört bir yanında ve yine Ankara’da yaptığımız özel eğitim seminerlerinde meslektaşlarımıza katkı sunmaya çalışıyor ve devam ediyoruz.

Değerli meslektaşlarım,

TBB Eğitim Merkezi olarak bugüne kadar 682 meslek içi semineriyle 72 bini aşkın meslektaşımıza barolarında eğitim hizmeti sunduk.

Ankara’da gerçekleştirdiğimiz özel eğitim seminerleri ve staj eğitim programlarıyla birlikte bugüne kadar eğitim hizmeti sunduğumuz avukat ve avukat stajyeri sayısı 79 bin 306’ya ulaşmıştır.  

TBB Eğitim Merkezi’ne ve çalışmalarımıza gösterdikleri ilgi için tüm meslektaşlarıma teşekkür ediyorum. Bugünkü eğitimin de önemli yarar sağlayacağına duyduğun inançla, beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.